11 Aralık 2010 Cumartesi

Hiperaktiflik sabırsızlık değildir..

Bu yazıda yazım hataları vardır.. Ne yazdığımı anlyorsanız lütfen kurcalamayın..

---------------------------------------------------


Sürekli hareket etme ihtiyacı nedne oluşur? Vücuttaki enerji fazlası? Yoksa yapcak bişi isteği? Hiperaktiflik zihinsel bir sorun mudur yoksa fiziksel mi?

Bu soruların cevabını bu yazıda bulamacayksınız.. Ben sadece insanların en sakin adamı bile delirtebilecek "ya bi sakin ol" lafını yanlış kullanmalarını belirtmek istiyorum..

Öncelikle yağmur yapmaya başlayınca spastikleşen şöförlere sesleniyorum: yahu kardeşim sırf yağmur yağıyo diye:
- 10'la gitmenin
- Yağmurdan kaçmak için en durulmicak yere parketmenin
- Normalde yapmayacağınız ters yöne girmek vs gibi hareketleri yapmanın

hiç bir manası yok.. Zaman kazanmanın aksine zaman kaybediyorsunuz, zaman kaybettiriyorsunuz, kendiniz de daha uzun süre yağmurda kalıyorsunuz..

Bu girişler beraber; bugünkü yağmur trafiğinden ötürü normalde 45 dk'da evde olurken 1,5 saat gibi bir sürede eve varabildim.. Baya da ıslandım, ama bu bu hikayenin iyi noktası.. Şimdi serviste olduğunuzu, daha Hoşdere'nin başında olduğunuzu (ki bilenler bilir hayvan gibi bir caddedir) ve saatin normalde evde olduğunuz saat olduğunu düşünün.. MP3 çaların pili bitti bitcek (ama bitmedi; Sony'yi takdir ediorm (reklam reklam)).. Evde yapmayı planladığınız bir iş var (burda benim işim TOEFL (düzeltme ve alay için Cansu'ya teşekkürler) denemesi çözmekti..).. Bu durumda çoğu insan ne yapar?..

Stress yaratır kendi kendine.. "Of geç kaldım lanet olsun" der.. Sabırsızdır.. Sanki 1 saat geç gitmek dünyanın sonudur (bu arada babamın tabiriyle otobüse vs binerken "en son binerse ölecek" hastalığının bir versiyonu sanırım bu yaşadıkları olay)..

Ben naptım? Ayağımı sallamaya başladım.. Zaten gergin bir bayan ayağıma bakıp daha da gerilmeye başladı (hayır bişi sölemedi).. Ama ben son derece rahattım.. Stress değil, tek bi yerde çok uzun süre oturunca sıkılmaktan kaynaklanıyor benimki.. Hiperaktiflik bir noktada.. Sabırsızlık değil.. Her ayağını yere vuran sinir stress sahibi sabırsız insan değildir..

------------------------------

O değil, kar, kar ve KAR.. Kar yağmaya başladı.. Yılın ilk karı.. Tutmuyor, ama bu gecelik tutmasını istemiyorum :) (nedeni az sonra).. Ama olsun, "aheste aheste ve lapa lapa" yağıyor.. "Müthiş" yağıyor.. Sonunda aralık başında kar yağan bir kış yaşıyoruz.. Eğer belediyemiz gıcıklık yapmayıp yollar hariç bazı yerlerin kar tutmasına izin verirse (parklar, bahçeler) deymeyin keyfimize..

---------------------------------

Yarın TOEFL a gireceğim, ve yarın sabah oldukça erken yolalra düşmem gerek.. Sonra gidip dünyanın en sıkıcı sınavlarından birini yapıcam.. Sonra okula gidip dünyanın en saçma derslerinden birinin sunumunu yapcam.. Sonrasında eve gelip uyurum sanırım, başka türlü akşamki toplaşmaya gidemem.. Karın tutmamasını isteme sebebim de o.. Daha önce hiç karda araba kullanmadım, ve yarın 2 çok sevdiğim kişinin sorumluluğu bendeyken ilk denememi yapmak istemiyorum.. (yapamicaımdan değil, gerek yok..)

----------------------------

Bu noktadan sonrası sadece kayıt altında olsun diye yazacağım kısım, bir sonraki "------" a kadar..

Gene bir rüya gördüm.. 4 ana bölümden oluşmakta bu rüya..

Team fortress tarzı bir oyun oynuyoruz ama gerçek hayatta.. Silahlar yerine paintball tarzı bir olay.. Biz sarı takımız, ve mavi tkaımın üssüne giriyoruz.. Oldukça güzel bi şekilde saklanarak ve kaçarak amacıma ulaşmak istiyorum ama kayboluyorum.. Bu arada mavi takım benim dersaneden tanıdığım insanlardan oluşuyor.. Neyse, ben kayboluyorum ve sonunda yakalanıyorum.. Ama oyun olduğunun bilincinde olduğumuzdan sıkıntı yok..

Bu sefer biz gene sarı takım olarak yeşil takımın mekanın basmamız gerekiyor.. Ama oldukça ciddi bu sefer, silahalr gerçek, yeşil takım birilerini öldürmüş, çatışmalar vs.. 2 kişi basıyoruz "mekan"ı, ve benim elimde sadece bir altıpat var.. Onda da 4 mermi var.. Ve onlarca adam var.. Elimden gelenin en iyisin yapsam da (1 mermiyle birden fazla adam almak) sonunda yakalanyoruz.. Doğal olarak.. Ve arkadaşıma işkence edip bana izletiyorlar.. İşkence o kadar korkunç ve büyük ihtimalle bizim (en azından benim) konuşmamı sağlayacak tek işkence, ve biz de pes ediyoruz.. Bizi muhbir olarak kullanmaya başlıyolar.. Ve ben kendi mekanımızıda (ki burası okul) insanlara durumu anlatmaya çalışıyorum ama anlatamıyorum.. İşkence eden kişi bunu görüp yanıma gelip "kualığımı çekiyor" ve eğer bi daha böyle bir şey denersem neler olabilceğini hatırlatıyor..

Şimdi arkadaşın evindeyiz, ve bu Park Oran Evlerinden biri (hayatımda gitmedim, fotoraf bile görmedim).. Uzun ince bir koridordan geçip mükemmel manzaralı (göl ve çayır, kayık, vs) bir balkona geliyoruz.. Bu manzaraya bir de futbol sahası dahil bu arada ne alakaysa.. Maçı izliyoruz, ama saha çok kötü, "burda nasıl maç oynatırlar" geyiği dönüyor bi süre.. Sonra içeri geçiyoruz tekrar..

İçerde anlıyorum ki bu ev teyzemlerin evi.. Hatta o arkadaş (aslında gerçek hayatta çok yakın arkadaşım, herhalde bilinçaltı ona akraba sıfatını yakıştırdı) kuzenim.. Evde teyzemlere filan selam verirken biri geliyor.. Baran'ın yüzüne sahip aynen.. "A a, seni hatırlıyorum, sen abimin arkadaşıydın di mi?" diyor.. Baran'ın küçük kardeşiymiş meğersem (Baran'ın küçük kardeşi yoktu).. "Evet" diyorum, gözlerim doluyor.. "Abi yalnız adını çıkartamadım ya" diyor, "Ben de seninkini" diyorum, tanışıyoruz yeniden, sarılıyorum doya doya, Baran'a sarılır gibi..

--------------------

Bu aralar tek mutsuzluğum 2 gündür gitar çalışamamak olabilir.. Bir de hafif bir diz ağrısı.. Ama gitar daha çok koyuyor, yarın sınav çıkışı gelip çalışmalıyım..

Şarkı: Poets of the Fall - Someone Special (evet meşhur olmayan şarkılarından biri)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder